Pages

Ads 468x60px

17 Aralık 2007

Arthur C. Clarke

Bilimkurgunun "3 Büyükleri"nden olan Arthur C. Clarke, dün 90 yaşını devirmiş. Allah daha uzun ömür versin diyoruz. "3 Büyükler"in diğer ikisini merak edenler için yazayım; Robert A. Heinlein ve Isaac Asimov. Bu üçünün kitaplarını okumaya cidden doyum olmaz.

Şimdi bu haberi okuyunca, bilimkurgu sevdamın nasıl başladığını daha önce yazmadığımı farkettim. Kaç yaşındaydım acaba, ortaokulda falandım herhalde, Alanya'da tatildeyken yanımda götürdüğüm kitaplarım bitti. Ben de çıkıp o zaman küçük bir kasaba olan Alanya'da kitapçı aramaya başladım. Şimdiki Alanya nerdeee, sadece ufak bir kırtasiyede bir miktar kitap satıldığını görüp içeri daldım. Kitaplardan birisi bir Asimov kitabıydı; "Galaksi Şeytanları". Yazarı daha önce hiç duymamıştım ama kitap ilginç geldi. Kitabı alıp eve geldim ve su gibi okuyup bitirdim. Nasıl bir keyif almıştım, kelimelerle ifade edilemez...

Ankara'ya döndükten sonra ilk işim Kızılay'da kitapçıları ve sahafları gezip Asimov kitapları toplamak oldu. Eve torbalar dolusu kitapla dönüp odama kapanıp hepsini okudum. Asimov'lar bitince diğer bilimkurgu yazarlarını keşfe çıktım. Artık sahaf gezmek benim için en eğlenceli aktivitelerden birisi olmuştu. Hele başka bir şehirdeysem ve bir sahafa rastlamışsam, oh, değmeyin keyfime. Özellikle küçük yerlerdeki sahaflarda ne hazineler keşfettim bilemezsiniz. Böyle yıllarca uğraşa didine 1953'den beri ülkemizde yayınlanan hemen her bilimkurgu kitabını kütüphaneme kattım ve kendiliğinden muhteşem bir kolleksiyon ortaya çıktı. Herhalde hayatımda en gurur duyduğum şeylerden birisidir bu kolleksiyon.

Vay be, bir doğumgünü haberi insanın aklına neler getiriyor, bir dolu anıyı nasıl da canlandırıyor.

Akşam eve gidince şu kitaplarımı bi sevip okşayayım en iyisi, özledim aniden kerataları.

05 Aralık 2007

Sinir olduğum şeyler

1- Scart soketi. Gerizekalı bir Fransızın akıl ettiği ve sonra standart olan bu soket bir türlü oturmaz yerine, kolayca hasar görür, deli eder beni deli! Sırf bu yüzden Fransızlara kılım!

2- Eline bir cd kutusu alınca direk açıp, içindeki cd'yi çıkarıp arkasına bakanlar. Olm niye yapıyosunuz lan bunu? Gözünüzde lazer mi var, o cd'yi çıkarıp arkasına bakınca ne görmeyi umuyorsunuz??? Hasta mısınız ya?!

3- Kafası çalışmayan insanlar. Hele ki bu insanların saçma muhabbetini dinlemek zorunda kalmak. Allahım tam bir işkence!

4- Trafikte hayvanlaşanlar. Olm deli misiniz, gideceğiniz yere 3-5 dk geç gitseniz, yayalara yol verseniz, sarı ışıkta kornaya asılmasanız, direksiyon başında insanlığınızı kaybetmeseniz ölür müsünüz? Nedir?

5- Birkaç kuruş için herşeyi yapan dolmuş şoförleri. Hele bir tanesi var ki, arada denk geliyorum, bir insanın suratından kötülük akar mı kardeşim? Bundan akıyor işte!

6- Güzel şehrim Ankara'yı yaşanmaz hale getiren belediye başkanı Melih Gökçek.

28 Kasım 2007

Efes Blues Festivali

Bu sene 18.si yapılan festivale, 2.sinden beri giderim. Arada sadece bir kez, Bilkent'te yapıldığı sene gitmedim. Ve ilk kez bu sene konsere yarım saatten biraz fazla dayanabildim ve çıktım. İlk çıkan amcanın ben içeri girdiğimde "Ain't no sunshine when she's gone" çaldığını duyunca kulaklarıma inanamadım. Daha sonra gitarından garip sesler çıkarıp sahnede dans bile diyemeyeceğim şekilde sekerek yürürken insanların delice amcayı alkışlaması beni iyice bitirdi, sabrımın sınırlarını lobide bira içerek zorlarken artık kalabalığa da dayanamaz hale gelince çıktım konserden. Artık bir daha gider miyim, bilemiyorum. Gençliğimizde çok eğlendik bu festivallerde ama artık bizden geçmiş sanırım.

Yippee-ki-yay Motherf*cker!

Sonunda Die Hard'larin dördünü birden içeren bir dvd box-set çıktı. Oh be! Artık evde rahatça yayılıp istediğim zaman Die Hard keyfi yapabilirim. Şöyle oturup sıradan izleyince farkettim ki, favorim üçüncü filmmiş. Hepsini eşit derecede seviyorum sanıyordum, yanılıyormuşum meğerse. Yürü be McClane, kim tutar seni!

05 Ekim 2007

Dean From Hell


Birkaç ay önce yine müzik damarım kabardı ve bir Cort X5 ile Randall Microcube alıp çalmaya başladım. Çok özlemişim, o yüzden arada çalmayı bıraktığım zamanlara üzüldüm. Ama çok da hamlamamışım, ona da sevindim.

Yukarıdaki gitar ise hayallerimi süsleyen, hatta rüyama giren (cidden) gitar. En sevdiğim gitarist olan Dimebag Darrell'in (R.I.P.) kullandığı Dean From Hell. Bu gitara bayıldım, kudurdum, delirdim. Ancak cennet vatarımda US fiyatının 2 katına satıldığını ithalatçısından öğrenince bu sefer başka türlü delirdim.

Dean From Hell, umarım bir gün bir şekilde kavuşacağım sana.
Bekle beni.

12:01

Nihayet. Bu filmin dvd'sinin çıkmasını o kadar uzun süredir bekliyordum ki. Sonunda çıktı ve anında Amazon'dan sipariş verdim. Ah gelse de izlesem.

İlginçtir, bazı filmler çok garip etkiliyor beni. Tekrar tekrar izleyesim geliyor, her seferinde de mutlu oluyorum. 12:01 de onlardan birisi işte.

Hadi Postacı Amca yaaa, hadi yaaa, ufff...

29 Ağustos 2007

Bulmaca

İki resim arasındaki 6 farkı bulunuz.

19 Ağustos 2007

Ağırlık Merkezi

Moda, insanın kendisine yakışanı yemesidir.

Çok kilo aldım yine yaaa...

15 Ağustos 2007

Emin Çölaşan

Her sabah ilk yaptığım işlerden birisi Emin Çölaşan'ı okumaktı. Bugün Hürriyet'ten kovulduğunu öğrendim. Zaten geçen hafta yazması gereken bir gün gazetede yazısı çıkmayıp, ertesi gün kendisi de bir açıklama yapmayınca "garip bir durum" diye düşünmüştüm. Demek ki bu kovulma olayının ayak sesleriymiş.

Medyanın seçimden sonra başlayan AKP yalakalığının son noktası bu oldu, daha neler göreceğiz bakalım.

Bu adreste Çölaşan'ın son yazısını okuyabilirsiniz. Yazıdaki dergi kapaklarını dikkatlice incelemenizi tavsiye ederim.

En kısa zamanda yazılarına kavuşmayı diliyorum.

12 Temmuz 2007

Live Blogging

Efenim, "Live Blogging" kavramını ilk duyduğumda "a-ha! bunu ben de yapmalıyım!" demiştim, kısmet bugüneymiş.

"Live Blogging" blog sayfaniza o anda yasadiginiz bir olayi sizi okuyanlara aninda, gercek zamanli olarak aktarmak demekmiş.

Şu anda Kaş'da bir plajda, arkadaşımın dizüstü bilgisayarını kullanıyorum. Üzerimde sadece bir mayo, yanimda buz gibi bir Efes, sıcak ama hafif esintili bir hava, monitorun hemen ustunde sadece gözlerimi oynatarak gorebildigim deniz ve bir dolu arkadasla beraber keyifli bir tatil suruyorum. Tek keyifsiz olan su anda karsimda kendi bilgisayarinda proje cizen Secil, oflayip pufluyor surekli, ehehhe. (bunlari yazdigimi soyledigimde "kafani kirmak istiyorum senin!" dedi, hihihihi)

Bir geek icin cehennem, internet'ten uzak kalmaktir (bu benim lafim, tarihe gecsin lutfen). Haliyle tatilin Alanya ayaginda internet'ten uzak kaldigim icin biraz keyifsizdim ama su anda xbox360fanboy.com adresinde son E3 haberlerini okudum, keyfim yerinde. Tek derdim msn'i actim ama baglanti rezil oldugu icin insanlara attigim mesajlar yerine ulasmiyor.

"Bi dolu arkadas" derken bu sene tatilin Kaş ayagina 16 kişi geldigimizi eklemek istiyorum. Ankara'da surekli gorustugumuz ve kafa dengi bir dolu arkadasla beraberim yani. Kaptan, Toros, Secil, Doktor, Pınar, Baler, Aslı, Bahadır, Sibel, Ali, Özge, Cengo, Tora Bora, Toğkan, Ceyda ve bendeniz. Geçen seneki kadroya gore bayaa bi genislemis durumdayiz anlayacaginiz.

Bu yaziyi bitirdikten sonra birami bitirip, koşarak denize dalicam. "of puf" diye (deniz yatagi olmadigi icin) 5 dk sonra yorulup geri ciktiktan sonra yeni bir bira soyleyip ya kitabima gomulucem ya da okey oynamak icin birilerini ayarticam.

Sonuc olarak, tatil güzel şey be!

26 Haziran 2007

Dut

Dut bence yeryüzündeki en kaprisli, en kendini beğenmiş meyvedir. Kaprisli olma hakkını muhteşem tadından alır zaten. Kendi canı istediği zaman birkaç haftalığına gelir ve sonra çeker gider. O olmadığı zaman canınız çekmiş, özlemişsiniz, hiiiiç umrunda olmaz. Elma gibi şerefsiz ve yalaka bir meyve değildir yani, her zaman bulunmaz.

O yüzden şu aralar yediniz yediniz, yoksa seneye kadar beklersiniz.

Doğada doğru çizgi

Efendim, adını hatırlayamadığım bir Profesör, "Doğada kusursuz bir doğru (çizgi) yoktur, doğruyu insan yaratmıştır" buyurmuş. Bir süre önce bir yerlerde okumuştum.

Valla övünmek gibi olmasın ama kendimde sevdiğim çok az özellikten birisi (hemen hiçbir özelliğimi sevmem aslında), söylenenleri olduğu gibi hemen kabul etmemektir. Önce bi tartmak, düşünmek, mantık süzgecinden geçirmek, daha sonra gerekirse kabul etmek lazım.

Haliyle böyle iddialı bir laf üzerine bir süre düşündükten sonra doğada tek bir doğru çizgi olmadığına inandım. Çünkü 3 tane kusursuz doğru bulmuştum;

1- Bulutların arasından sızan ışık demeti. Işık düz bir hatta ilerledigi için sınırları kusursuz bir doğrudur.
2- Bir örümceğin bir yerden diğerine çektiği gergin bir tel ağ. Gergin olduğu sürece bir doğrudur.
3- Gece gökyüzünde atmosfere giren bir meteorun arkasında bıraktığı çizgi bir doğrudur.

Aklıma başka gelmedi, siz bulursanız yazın, öğrenelim.

Profesörün adını sanını ya da yazıyı nerde okuduğumu bi hatırlasam e-mail atıcam ama yok maalesef. "Kardeşim kahvede okey oynarken muhabbet etmiyorsun, bi düşün taşın, ondan sonra konuş akademik camiada!" diycem ama Amerikalı Profesör nerden bilsin kahvede okey muhabbetini.

Hayko Cepkin

Geçen hafta hastalanıp birkaç gün evde yattım. İnsan hasta olunca birşey yapası gelmiyor. O yüzden tv açık, ben uzanmış durumda ve karşımda her geçen dakika büyüyen kullanılmış selpak yığınına, bir bahar öğleden sonrası çimenlere uzanıp bulutların şeklini birşeylere benzetmeye çalışan çocuk edası ile bakarken, bir yandan da zapping yapıyordum. Dream TV'de Hayko Cepkin canlı performansına denk geldim. Daha önce bu elemanla herhangi bir alakam olmamıştı, evimin dibindeki Overall'da ve Beytepe'de dersimin olduğu bir akşam konserler vermesine rağmen gidip izlemek aklımın ucundan bile geçmemişti.

Fakat o akşam, sonradan 2. albümünde olduğunu öğrendiğim şarkıları söylemeye başlayınca (toplamda 6 parça dinledim) gözlerim ve kulaklarım hemen açıldı. Ve geçenlerde uzun zamandan beri ilk defa bir yerli albüm aldım.

Özellikle müzik gibi bir konuda önyargılı olmamak lazımmış demek ki. Hayko Cepkin'in ilk albümünü bilemem ancak biraz heavy metal altyapınız varsa, ikinci albümüne bir şans verin derim. (Heavy metal mi? Hayko Cepkin mi? Evet, doğru.)

Müzik demişken, bu aralar Underworld, Daft Punk ve Groove Armada geldi/geliyor İstanbul'a ve ben hiçbirine gidemedim. Tüh be.

07 Haziran 2007

İsviçre

4 günlük İsviçre Open dart turnuvası gezisi gayet keyifli geçti, sağ sağlim gittik geldik. Geçen sene katıldığımız Macaristan Open'a göre çok daha sert bir turnuvaydı. TV'de izlediğimiz, Lakeside'da oynayan en az bir düzine adam vardı. Gezinin benim için en güzel taraflarından birisi elbette bol bol Smirnoff Ice içebilmekti (hastasıyım). Sonuç olarak dart güzel, Zurih güzel, Smirnoff Ice güzel, yine gelecek ben.

Oh be!

Son final ile nihayet dönem sona erdi. En zor derslerin olduğu, en sıkıcı, en yorucu, en bayık ve herşeyin "en"i bir dönemi sağ sağlim, tüm derslerden geçerek atlattım.

Ha gayret, sadece 1 dönem kaldı...

Fallout 3 teaser

Yaşasın! İlk Fallout 3 teaser çıktı nihayet! Oyun 2009'da gelir diye bekliyordum ama 2008 Sonbahar diyor teaser'ın sonunda.

Bunu bile izlediğimde tüylerim diken diken oldu, oyun çıkınca oturur ağlarım herhalde...

Bethesda'nın hastasıyız!

23 Mayıs 2007

Ulus

Dün akşam Ulus'daki patlamayı öğrenip tv'de görüntüleri izleyince herkes gibi benim de moralim fena bozuldu.

Şuna kimse dikkat etti mi bilmiyorum, patlama cumhuriyetin kurulduğu ilk meclis binasına yaklaşık 100-150 mt kadar uzaklıkta oldu. Cumhuriyet kurulurken başta Mustafa Kemal olmak üzere o mecliste olanlar acaba sene 2007 olunca ülkenin bu hale gelebileceğini hiç akıllarından geçirmişler midir.

Ne kadar acı bir durumdayız aslında.

01 Mayıs 2007

Oku len!

Medyada bir 367 tartışmasıdır gidiyor, şu aralar sürekli CHP'nin Anayasa Mahkemesi'nde açtığı dava konuşuluyor. Birçok yerde "ne olur?", "nasıl?", "kim haklı?", "hö?" gibi anketler var.

Öyle büyük çaplı bir anket yapma imkanım olsa, insanlara direk şunu sorardım; "Bu tartışma ortaya çıktığında, Anayasa'nın ilgili maddesini açıp okudunuz mu?"

Yapılacak iş sadece Google'a Anayasa yazmak, gelen ilk TBMM linkine girip 102. maddenin 3. paragrafını okumak. Kısacık bişey zaten. Toplamda 2-3 dk. alacak bir eylem.

İnsanlar okumadan düşünmeye çalışıyorlar, o yüzden boş konuşuyorlar, ortaya saçma sapan fikirler atıyorlar. Ben de kendilerine acıyarak ve üzülerek bakıyorum.

Bazen insanlara bir Kadir İnanır edasıyla "Oku len!" diye bağırıp bi tokat (şak!) atmak istiyorum.

25 Nisan 2007

Tatil zanlısı

23 Nisan'daki 3 günlük tatilimi sadece aile ziyaretlerine ve kendime ayırdım. Haliyle gayet keyifli geçti. Kendime ayırdım dediğim de işte ders falan çalışmayıp bol bol oyun oynadım. Geometry Wars'da 500.000'i geçmenin, Rainbow Six: Vegas'da Master of Ceremonies achievement'ini açmanın (oh be!), Table Tennis'de medium zorluktaki turnuvayı birincilikle bitirmenin haklı gururunu yaşadım. Dinlendim, kendime geldim.

Şimdi yeri gelmişken biraz Rainbow Six: Vegas'dan bahsetmek istiyorum. Multiplayer oyunlardan en son Counter Strike çıktığı zaman keyif almıştım, düşünün kaç sene olmuş. Nihayet bir oyunla o tadı tekrar yakaladım. Hemen her akşam muhabbeti güzel, aklı başında ve yaşıtımız insanlarla toplanıp güzel güzel oyunumuzu oynuyoruz. Bu sayede nasıl rahatlıyorum, stres atıyorum anlatamam. Baktık takım olarak gayet güzel hareket ediyoruz, yabancıları da güzelce pataklıyoruz, dedik gamebattles.com'da bir klan kuralım ve diğer klanlarla ciddi ciddi kapışalım. Bakalım orda neler yapıcaz, tek sorun klan adına bir türlü karar verememiş olmamız (benim isim teklifim: Janissaries). Keyifli oyun sonuç olarak, PC'ye de çıktı geçenlerde. FPS ve CS seviyorsanız bi denemenizi salık veririm. Ancak single player'ına değil, multiplayer'ına kefilim, ona göre. Xbox Live'da kapışmak isteyeni de seve seve tepeleriz ayrıca.

Elime bi geçirsem keyiften dvd'sini ısıracağım diğer oyunlar da şunlar:
Assassin's Creed
Mass Effect
Guitar Hero II
Overlord



Its time to change
It can't stay the same
Revolution is my name
It will never change
So here it stays
Forever is my name
Pantera - Revolution Is My Name

20 Nisan 2007

23 Nisan

23 Nisan’da Kuran okuma yarışması iptal.

Hala yorum yapmıyorum.
Ağır konuşucam çünkü bu kafadaki insanlar hakkında.

Kuran okuma yarışması yapacak başka yer ve gün kalmadı sanki.

Cumhuriyet değerlerine saldırmak için böyle hiçbir fırsatı kaçırmayanlar, kendi değerlerini paylaşmayanların boğazını kesiyor, inanabiliyor musunuz?

Ben inanamıyorum hala olan bitenlere...

19 Nisan 2007

Yorumsuz 2 haber

23 Nisan
"Yıllarca 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda, dünya çocuklarının şenliklerine sahne olan Atatürk Spor Salonu’nda, bu yıl 23 Nisan’da Kuran okuma yarışması yapılacak."





Tandoğan mitinginde TV raporu

Canlı yayınlayanlar
Kanaltürk 12 saat 35 dakika 36 saniye
Sky Türk 7 saat 27 dakika 6 saniye
Habertürk 1 saat 7 dakika 56 saniye
CNN TÜRK 1 saat 2 dakika 13 saniye
NTV 41 dakika 36 saniyeTRT 2 20 dakika 37 saniye

Ana haberde verenler
Kanal D 16 dakika 40 saniye
Star 9 dakika 44 saniyeATV 8 dakika 52 saniye
Show TV 4 dakika 27 saniye
TRT1 2 dakika 18 saniye

(Bir not düşeyim, dünkü AKP MKYK toplantısında Kanaltürk muhabirleri içeri alınmamış. Fesat düşünmeyin canım, sadece tesadüf olsa gerek.)

30 Mart 2007

25.6 Tb/s!


Bugün veri aktarımı ile ilgili yeni bir rekor haberi okudum. Türkiye'nin internet çıkışının 128 Kb/s oldugu günleri çok iyi hatırladığımdan bu rekora izninizle "oha ohaaa!" demek istiyorum. Önceki rekor olan 14 Tb/s, Alcatel-Lucent'in Amerika ve Fransa'daki araştırmacılarının ortak yürüttükleri bir proje ile tarihe gömüldü. Yeni rekor tek bir fiberoptik kablo üzerinden 25.6 Tb/s transfer hızı! Yani saniyede 25.6 Terabit. Bu size hala çok anlamlı gelmediyse şu şekilde izah edeyim, bu hızla 1 saniye içinde bir bilgisayardan diğerine 600 adet DVD içeriğini aktarabilirsiniz. Elbette bilgisayarınızdaki donanımların bu hıza yetişebildiğini düşünürsek.

Bir diğer haber ise bugün gordüğüm ve Nisan ayında piyasaya çıkacak bir elektronik musiki cihazı. Aslında yaptığı iş çok basit ama zekice. Analog radyo sinyalini alıp dijital olarak işleyip size şarkılarınızda ve mix'lerinizde kullanabileceğiniz efektler hazırlıyor. Fiyatı profesyonel olamayan birisi için biraz yüksek ama şu aleti alıp oynamayı çok isterdim.

Son olarak süper bir ürün daha; buzdan shot bardağı. Bir fikir ne kadar basitse o kadar çarpıcı oluyor genelde. Haliyle bu fikrin de hastası oldum ve elbette neden benim aklıma daha önce gelmedi diye kıskandım.

Gadget haberleri ile ilgili siteleri ve blog'ları gezdikçe hergün böyle n tane şey görüyor insan. Hepsinin ayrı ayrı hastasıyız.

16 Mart 2007

Tarihte bugün

16 Mart 1968'de Amerikalı bir birlik, Vietnam'ın My Lai köyünde çoğu yaşlı, kadın, çocuk ve bebek olan yüzlerce sivili öldürdü. Kesin sayı bilinmemekle birlikte, ölenler için dikilen anıtta 504 isim yer almaktadır. Olay tarihe My Lai Katliamı olarak geçti.

Geometry Wars

Kaç yılıydı hatırlamıyorum, 1986 falan olması lazım herhalde, Orta 1'deyken ilk bilgisayarım Sinclair ZX Spectrum+ alınmıştı. Tabi ben bir heyecan oyunlara ve Basic ile programlamaya girişmiştim. Programlama işi sonradan ekmek kapım oldu ve oyunlar kendimi bildim bileli beni eğlendirmeye devam etti.

Tetris çıktığı zaman TRT'de haber olduğunu hatırlayacak kadar eski oyuncuyum anlayacağınız. Her türlü oyun elimden geçti, yeni ve yaratıcı oyunlar her zaman beni heyecanlandırdı. Real Time Strategy ve First Person Shooter gibi sonradan ana akım olacak türlerin doğuşuna şahit oldum (bilen var mı bakalım, bu iki türün ilk oyunları nedir?). Eğlenceli zamanlardı ancak oyun sektörünün "iyi oyun" anlayışının zamanla yaratıcılıktan grafik kalitesine gidişini gördükçe de üzüldüm.

Ancak, şu aralar xbox360'da oynadığım, yukarda screenshot'ını gördüğünüz Geometry Wars kadar zor bir oyun hayatımda görmedim. Oyunu ilk açtığımda 30 saniye kadar hayatta kalabildim ve 4 dakikalık demo süresini bitirmem haftalar aldı. Kendi kendime söz vermiştim, "demosunu bitirmeyi becerebilirsem bu oyunu satın alacağım" diye, nihayet bitirip aldım. Fakat hala rezil oynuyorum, insanların YouTube'da oyunla ilgili videolarını görünce şaşırıyorum, nasıl o skorları yapabiliyorlar diye.

İki ihtimal var, ya yaşlanıyorum ve reflekslerim yavaşlıyor, ya da bu oyun gerçekten çok zor.
Evet evet, oyun çoook zor.


Şimdiye kadar yapılan en pahalı oyunun 70.000.000 dolara malolduğunu biliyor muydunuz?

09 Mart 2007

Kişisel gelişim

Muzo says:
Acu
acu says:
hmm?
Muzo says:
insanın uzun saçlı bi abisi olması nasıl bi duyguydu?
acu says:
süferdi çünküm seninle saçlarımızı ahenkle dans ettirebiliyorduk
acu says:
niye sordun? gene mi uzuyorlar?
Muzo says:
ehem, korkarım evet
acu says:
euhe

06 Mart 2007

Sis


80'lerin ortası olması lazım çünkü çok küçüktüm. Annem ve babam kitap sevgisini daha okumayı yeni öğrendiğim zamanlarda bana aşıladığı için o yaşlarda bile kitaplar benim için çok önemliydi. Bir gün babamla birlikte bir pazar yerinde dolanıyorduk, hayal meyal hatırlıyorum, daha çok bit pazarı tadında bir mekandı. Satıcılar malları yerlere saçmış, herkes birbirinden alakasız şeyler satıyordu. Yerdeki bir tezgahta artık parça pinçik olmuş, nerdeyse sayfaları dağılmak üzere olan bir kitap gördüm ve babama almak istediğimi söyledim. Kitabı eve getirdikten sonra hemen tamirata başladım ve mümkün olduğunca derli toplu bir hale getirdikten sonra okumaya koyuldum. Kitap Stephen King'in "O" adlı romanıydı ve King'le işte bu şekilde tanıştım. Sonraki yıllarda da bütün kitaplarını okudum.

Elbette hepsi birbirinden güzeldi ama çoğunlukla kısa hikayelerini biraz daha fazla severdim. Bunlardan Sis (Mist) okurken çok keyif aldığım, bittiğinde beni hayal dünyamda gezintilere çıkaran harika bir hikayeydi. Az önce filminin çekildiğini ve bu sene gösterime gireceğini öğrenince bu anılarım canlandı işte.

Ancak King kitapları aslında sadece eğlenceden ibarettir. Beni en çok etkileyen, hatta belki de hayatımı değiştiren başka bir yazardır ve kendisiyle ilgili en kısa zamanda birşeyler yazacağım.

Neyzen Tevfik

Esir iken mümkün müdür ibadet
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et
Senin gibi dürzülerin yüzünden
Dininden de soğuyacak bu millet

İşgaldeki hali sakın unutma
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz
Sen anandan yine çıkardın amma
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz

05 Mart 2007

Die Hard


"300" ayın 16'sında geliyormuş. Özellikle 2. trailer'dan ve Xbox Live Marketplace'deki kliplerden sonra yerimde duramaz oldum (Bu arada geçenlerde arkadaşlarla adam asmaca oynarken "300"ü sordum, kavga çıktı). Gerçi film 9'unda US'de gösterime giriyor ama olsun. Bizim kuşak ve daha büyükler eskiden filmlerin ne kadar geç geldiğini hatırlar herhalde. Bir de o zamanlar filmler önce İstanbul'da oynar, birkaç hafta sonra Ankara'ya gelirdi. Biz de gazetelerden İstanbul'daki sinemalara bakar, ne gelecekmiş o şekilde öğrenirdik. Hey gidi günler...

Ama bugünün asıl güzel haberi, en sevdiğim action serisi olan Die Hard'ın yeni bölümünün trailer'ını şans eseri görmem oldu. Filmin adı Live Free or Die Hard olunca önce bi "acaba?" dedim. Sonra izlerken Bruce Abi'yi görünce pek bi sevindim. Heyecanla bekliyoruz.

Merak ettiğim diğer filmler ise; Host, Next, Astronaut Farmer ve Bee. Özellikle Bee'nin her iki trailer'ı da çok komik, Jerry Seinfeld'i zaten ezelden beri sever ve takdir ederiz.

Ha bir de, son yılların en geyik filmi ödülüne namzet bir film var, trailer'ını izlerken suratımın aldığı şekilleri çok merak ediyorum, keşke kendimi kameraya çekip sonradan izleyebilseydim. Aklıma "Üşütük Popolar" (bu çeviriyi yapanı her zaman kahkahalar ile anmışızdır arkadaşlar arasında) geldi nedense.

Yahu "türlü türlü" diye bişey var, şarkı falan olsa gerek. Benim başlıkta "selvi boyum, türlü türlü huyum" yazıyor ya, Google'dan bi dolu insan geliyor buraya "türlü türlü" ararken. Merak ettim nedir acaba bu...


Oblivion'da 65 saat bitti, daha oyun bitmedi, 100+ garanti, toplamda kaç saat olacak bakalım.

20 Şubat 2007

Usta tekrar iş başında!

Pekala, iyi birşeylerin başıma gelmesini beklemek yıllar alabileceğinden, ilk ufak mutluluğumu bir filmle yaşamak istiyorum. Şu aralar beklediğim tek film olan 300'ün vizyona girmesine çok az kaldı ve "artık bekleyecek doğru düzgün bir film kalmadı" derken zombi filmlerinin büyük ustası George A. Romero'nun yeni filminin bu sene geleceğini öğrendim: Diary of the Dead

Beni tanıyanlarınız korku ve özellikle zombi filmlerinin iflah olmaz bir hayranı olduğumu bilir. Sanırım bunun sebebi, çocukluk yıllarımda hani o video kiralama çılgınlığının yaşandığı, her köşede bir video dükkanının bulunduğu dönemde, Return of the Living Dead ile Evil Dead'in elime geçmesi ve ufacık bünyemi keyiften delirtmeleri oldu. Bunların ardından sürekli film kiraladığım videocudaki bütün korku filmlerini sırayla yalayıp yutarken, daha minicik olan sevgili kızkardeşim bu tutkuma ister istemez iştirak etmek zorunda kaldı (ki hala kendine gelebilmiş değildir). Korku filmlerine düşkünlüğümün ve zombi filmleri sevdamın kaynağını hala anlayabilmiş değilim fakat bu türün sıkı bir takipçisi olmaktan hep zevk duydum.

Elbette zombi filmleri diyince de akla ilk gelen isim George A. Romero'dur. Night of the Dead, Dawn of the Dead ve Day of the Dead'den oluşan ve artık kült olmuş üçlemesi ile kalbimizi kazanıp ortamları bıraktıktan sonra 2005 yılında Land of the Dead ile yaşayan ölülerin arasına geri döndü. Ancak o film benim için bir miktar hayal kırıklığı oldu (Hayatta en acı veren şeyin hayalkırıklığı olduğunu o zamanlar henüz öğrenmemiştim). Ancak bunun sebebinin, yapımcı firmanın senaryoya müdahalesi olduğunu okuduğumda "Romero yaşlanmış olm, bitmiş bu adam artık, vah vah" şeklindeki sözlerimi geri aldım.

Diary of the Dead'de konumuz, üçlemenin ilk filmi olan Night of the Dead'in geçtiği, yani zombilerin dünyamızı ele geçirmeye başladığı gece yaşanıyor. Korku filmi hayranı bir grup genç, kendi el kameraları ile şehir dışında bir korku filmi çekmeye çalışırken olaylar gelişiyor. Haliyle zombi konseptinden bihaber olan genç dimağlar da herşeyi yaşayarak öğreniyorlar. Bu demektir ki bütün zombi filmi klişelerini tekrar keyifle izleyebiliriz, yaşasın!

Yapımcının filmle ilgili herşeyi yönetmene bıraktığını öğrendiğim için bu filmden çok ümitliyim. Hatta büyük ihtimalle, Romero MPAA rating'leri ile uğraşmak bile istemediğinden film sadece dvd formatında çıkacak. Haliyle bütün ipler Romero'nun elinde ve umarım biz hayranlarını bu sefer tatmin eder. Filmi heyecanla beklerken, zombi içki içme oyunu oynayacak kimseyi bulamadığım ve yapacak başka keyifli birşey olmadığı için UNO oynamaya devam ediyorum...


When there's no more room in hell, the dead will walk the earth.

Mutluluğun Korunumu Yasası


Hani fizikde Enerjinin Korunumu Yasası vardır ya, evrende enerji sabittir, sadece değişim mevcuttur falan filan. Hayatta da Mutluluğun Korunumu Yasası olması lazım. Yani en azından böyle birşeyin olduğunu düşünüyordum. Başımıza kötü şeyler de gelir ama onları dengeleyen güzel şeyler de olur diye. Ama yok galiba böyle bi durum, olsaydı başıma gelen onca tatsız olayın ve derdin ardından iyi birşeyler olurdu herhalde. Hala da abuk subuk bi dolu şey olmaya devam ediyor. Anlaşılan küçük şeylerle mutlu olmayı öğrenmeye çalışmak lazım.

Çok bunaldım çoook...

12 Şubat 2007

bir korku filmi tadı arar gönül...

Arkadaşlar "Hadi hazırlan, hep beraber dağ evine gidiyoruz haftasonu için" dediğinde önce pek heyecanlanmadım. Sonra söyledikleri şeyin tam olarak Amerikan korku filmlerinin ana malzemesi olduğu aklıma gelince keyfim yerine geldi. Issız bir mekanda, medeniyetten uzak bir ev, çılgın gençler (yani genç derken, ruhumuz genç işte), herşey senaryoya uyuyordu. Eve gittiğimizde kendi kendine sallanan bir salıncak göremeyince biraz tadım kaçsa da yine de beklemeye karar verdim. Ancak evin bodrumunda bulduğum elektrikli testere bütün eksikleri tamamlamış, bana sadece gece evdekileri teker teker ele geçirecek kötü ruhlara karşı mücadele etmek kalmıştı. Ancak gecenin tek korkutucu olayı İbrahim Abi'nin horlamasıydı ve ona da elektrikli testere ile müdahale etmek hoş olmayacaktı. Haliyle, arazide dolaşırken kar üzerinde gördüğümüz ayı izleri haricinde, maalesef film senaryolarına yakışır bir durum olmadı. Benim için durum böyleyken, bir buluşmaya yetişmek için evde elinde elektrikli testere ile koşturup "erken döneliiiim!" diye bağıran bir Muzo, arkadaşları yeterince tedirgin etmiş olsa gerek, erken döndük.

Mika - Grace Kelly

Çok nadir bir durum fakat uzun zamandan beri ilk defa bir şarkı "bütün zamanlar en iyi 10" listeme girmeye çalışıyor. Şarkının herşeyi çok hoşuma gitti...

Do I attract you?
Do I repulse you with my queasy smile?
Am I too dirty?
Am I too flirty?
Do I like what you like?

06 Şubat 2007

The Elder Scrolls IV: Oblivion


"The best single player role-playing experience", "A rare and remarkable achievement", "Oblivion raises the bar so high", "A masterpiece", Game of the Year, Best Game, Best Role-Playing Game, Best Story, Best Voice Acting, Best Technology vs. vs.

Yukarda okuduklarınız, şu aralar xbox360'da oynamakta olduğum Oblivion'ın aldığı yorum ve ödüllerin çok az bir kısmı. Hayatımın oyunu olan Fallout 2 ile yarışabilecek bir oyun bulduğum için gayet mutluyum ve üzülerek söylüyorum ki Oblivion Fallout 2'den daha iyi bir oyun. Oblivion'u yapan ekibin Fallout 3 için çalışmaya başlamış olması bu üzüntümü biraz olsun hafifletiyor.

Oyunu anlatayım biraz diyorum ama bu o kadar zor ki, mesela yukardaki resim oyunda dağ bayır gezerken rastlayabileceğiniz sıradan sahnelerden birisi. Orda ağaçların yapraklarının ve yerdeki otların rüzgarla sallandığını ve atınızla bu ormanda ilerlediğinizi hayal edin. Oyunda bunları sürekli yaşıyorsunuz. Grafiklerden mi bahsetsem, NPC'lerin ne kadar "yaşadığından" mı, quest sisteminin güzelliği ve hikayelerdeki derinlikten mi, sırf oyundaki kitapları okumanın saatler alacağından mı, valla bilemedim. Oyunda main quest'i bitirmek için 40+ saat, tüm quest'ler içinse 100+ saat harcamanız lazım. Bunların üzerine toplamda yaklaşık 50-60 saatlik, satın alabileceğiniz ek görev paketlerini ve oyunun da open-ended olduğunu ekleyelim. Yani oyunu aylarca oynamaya devam edebilirsiniz. Emin olun bir kez başladıktan sonra (elbette eğer severseniz) bitmesini hiç istemeyeceksiniz.

Hani NPC'ler "yaşıyor" dedim ya, gerçekten öyle. Gece uyuyorlar, sabah kalkıp işlerine gidiyorlar, kendi aralarında sohbet ediyorlar, kavga ediyor hatta cinayet işliyorlar, hırsızlık yapıyorlar, karınlarını doyuruyorlar. Yani oyun dünyası kendi kendine yaşamaya devam ediyor. Siz de o dünyanın bir parçası olarak aralarında maceradan maceraya koşuyorsunuz.

Oyun PC için de mevcut (ancak yeni nesil konsollardaki kadar kaliteli grafikler yok) ve PS3 için de yakında çıkacak. Bilgisayar oyunları ile az çok alakanız varsa bu oyunu mutlaka bir deneyin. Hiç tahmin etmediğiniz derecede güzel bir tecrübe yaşayabilirsiniz.

Son olarak, eğer oyun ilginizi çektiyse Oblivion batağına saplanmış sevgili arkadaşım Tolga'nın, benimkinden çok daha güzel olan oyun tanıtım yazısını okuyabilirsiniz.

31 Ocak 2007

Geek olmanın şartları

Hep beraber bir liste oluşturalım bakalım:

1- FRP oynamak
2- Herhangi bir anime/manga takip etmek
3- Internet ve bilgisayar ile ilgili üst seviye bilgi sahibi olmak
4- Kız arkadaşı olmamak
5- 4k!c! b!c!md3 133t sp34k 0kujup y4z4b!1m3k
6- En az bir bilimkurgu dizisini çok iyi bilmek
7- Action figure toplamak
8- 80'lerin trash gruplarını dinlemiş olmak
9- Marvel dünyasına çok iyi derece hakim olmak
10- Herhangi bir oyun konsoluna sahip olmak
11- Sayısal bir lisans programından mezun olmak
12- En az bir programlama dilini iyi bilmek

Var mı unuttuğum bişeyler? Geek olmak için bunların hepsi şart değil elbette ama ne kadar çok tutturuyorsanız, o kadar sağlam bir Geek'siniz demektir. Bu arada evet, bende 12/12 tutuyor...

26 Ocak 2007

7. Sanat


Heyecanla beklediğim filmlerin başında olan 300'ün yeni trailer'ı çıkmış. İlkinden çok daha heyecan verici. İlerde hd-dvd teknolojisine terfi edersem, ilk alacağım hd-dvd bu olur herhalde.

The Hills Have Eyes 2 geliyormuş. Kısa ve ilginç bir trailer'ı var, hoşuma geldi. Gerçi ilkinden ne kadar farklı olacak bilmiyorum ama yine de izlerim herhalde. Hostel 2 de yeni devam filmlerinden.

Merak ettiğim diğer filmler de şunlar: Bug, The Invisible, The Hitcher, Night at the Museum.

Huzur 360'da


Evet, bir süredir burayı boşladığımın farkındayım ama bir sorun, neden?

Evlendim de ondan!

PSP güzel aletti, sevgilimdi ama bir geleceğimiz yoktu. Ben de sonunda kendisini satıp Erdem'in sayesinde US'den bir Xbox 360 aldım ve kendisine bastım nikahı. Artık evimin gamer'ıyım, sokaklarda sürtme, PSP ile elele gezme devirleri bitti.

Gerçi bu geçiş süreci yanına bir de hd-lcd tv eklenince tuzluya geldi ama değdi. High definition oyun oynamak hakikaten müthişmiş. Xbox Live deseniz ayrı bi güzellik (Sağ tarafa gamertag'imi koydum bu arada, kalsın bakalım orda). Gears of War, Rainbow 6: Vegas ve Oblivion şu anda sahip olduğum yegane oyunlar. 3 oyun az gelir falan diyordum ama yeterince oyalıyorlar beni. Özellikle bizim Kıllanma Kılavuzu tayfasıyla akşamları online R6 oynamak pek bi zevkli oluyor.

Akşam olsa da eve gidip oyun oynasam...
 

Sample text

Sample Text

Sample Text

Kendi halinde, sıradan, hayatın koşturmacası içinde yuvarlanıp giden, çocuk ruhlu ve hiç büyümek istemeyen bir adam burada içini döküyor...